Doğaçlıyor, besteliyor

  • 0
  • 31.465
Doğaçlıyor,  besteliyor
© bizimizmir.net
Yazı Boyutu:

Müzik kariyerine İzmir’de Yaşar Üniversitesi’nde devam etmeye karar veren Türkiye’deki ilk elektroakustik müzik albümü ‘Siyah Kalem Dansı’nın sahibi,  elektroakustik müziğin duayen ismi Besteci Mehmet Can Özer ile bir araya gelen Burcu Şakar, Uluslararası birçok ödüle layık görülen,  Besteci Doç. Dr. Mehmet Can Özer ile elektroakustik müzik ve kendisine ait olan "Aşure" isimli bilgisayar yazılım programı üzerine keyifli bir röportaj  gerçekleştirdi.

 
B.Ş: Kaç yaşındasınız ve profesyonel müzik kariyeriniz nasıl başladı?
M.C.Ö:  33 yaşındayım. Müzik kariyerim, Bilkent Üniversitesi MSSF Kompozisyon Sanat Dalı’na burslu kabul edilmemle başladı. Burada Bujor Hoinic ile bestecilik ve orkestra şefliği çalıştım. Mezuniyetin ardından Cenevre Konservatuarı’na elektroakustik ve çalgısal kompozisyon bölümlerine kabul edilerek Michel Jarrell ve Rainer Boesh ile çalıştım. Ardından Zürih HMT’de Gerald Bennett ile bilgisayarlı müzik alanında eğitim gördüm. 2005 yılında Türkiye’ye dönerek Başkent Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda uzman öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladım.
 
B.Ş: Bilkent Üniversitesi’ni burslu olarak kazanmışsınız. Müziğe olan yeteneğiniz aileden mi geliyor? 
.C.Ö: Ailemde hiç müzisyen yok. Benim doğup büyüdüğüm zamanlarda popüler kültür Türkiye’de yeni yeni doğmuştu. O zamanlar malum tek bir kanal vardı. Ailem de bu kanaldan yani TRT 1’den geleneksel halk ve sanat müzikleri dinlerdi. Aileme müziğe ne kadar ilgili olduğumu küçük yaşlarda göstermiştim fakat gösterdiğimle kaldım diyebilirim. Çünkü insanlar bana hep; “Bir işin olsun müzik de hobin olsun” dediler. Ailem mühendis olmamı bekliyordu. Lisede Matematik-Fen bölümü okuyordum, derslerim de iyiydi. Benim zamanımda ÖYS vardı fakat aileme rest çekip o sınava girmedim. Daha sonraları meslek olarak ele aldığımda benden desteklerini esirgemediler, o ayrı tabii.

B.Ş: Ülkemiz insanının yaptığınız müziğe bakış açısı nasıl?
M.C.Ö: Ankara’da ilk konserimi 2005 yılında verdim ve 10 kişi vardı. Bu 10 kişinin içinde 6-7 kişi zaten tanıdıktı fakat zamanla dinleyici sayısı artmaya başladı. 2010 yılında Ankara Müzik Festivali’nde verdiğim konserde 350den fazla kişi vardı. Goethe Enstitüsü’ndeki konserlerimde hiç boş kalmıyor. Yaptığım müzik kitlesel bir şey değil bunu hepimiz biliyoruz ama takipçisi oluşmaya başladı. Bir şekilde web siteme her gün yüzlerce kişi giriyor, takip ediyor, müziklerim dinleniyor. Bu kadar uç noktadaki söylemin bile bir alıcısı olabiliyor. Ne olursa olsun insanlar, kendilerini kısıtlamadan, kapatmadan kendi kararlarını vermek istiyor.  Bir gün yine Ankara’dayken bir okul öncesi öğretmenliği hocası geldi ve; “ benim bir sınıfım var 70-80 kişi ve ben onları getirmek istiyorum” dedi. Ben de keyifle kabul ettim ve onlara tam 1 buçuk saat yaptığım işi, müziği anlattım hepsi de 20li yaşlardaydı. Onlar da konuşmamın sonunda bana tam 1 buçuk saat soru sordular. Yani demek oluyor ki bırakın elektro akustik müziği sanatla uzaktan yakından alakası olmayan insanlar bile yaptığım müziğe ilgi duyabiliyor. Bu benim için önemli ve çok güzel bir şey. Türkiye’de bir Alman sessiz siyah-beyaz filmine konser dizisi yaptım. Bu filme doğaçlama elektro akustik müzik yaptım. 12 şehirde konser verdim. Çoğu insan bana; “sizin müziğiniz olmasaydı biz bunu dinlemezdik” dediler. Orada anladım ki yaptığım işe gerçekten ilgi duyuluyor ve seviliyor.
 
B.Ş: Sahip olduğunuz ödüllerden bahsedelim mi?
M.C.Ö: Halıcı-Midi  Ulusal Beste Yarışması’nda birincilik (1998), Bourges Uluslararası Elektroakustik Müzik Yarışması (2003 ve 2007), Goethe Enstitüsü Sanatçı Ödülü (2006) ve SWR Experimental Studio (2008) ödüllerine layık görüldüm. Bourges Uluslararası Elektroakustik Müzik Yarışması bu benim çok önemliydi çünkü 45 senedir yapılan bir yarışmaydı. Uluslararası kariyerimi burada kazandım diyebilirim.
 
B.Ş: ‘Aşure’ yazılımı nasıl ortaya çıktı?
M.C.Ö: Hayallerim vardı. O hayallerimi nasıl gerçekleştireceğimi tasarlıyordum. Bu yazılımı geliştirirken çıkış noktam, iki insan arasındaki en etkileşimli şey olan “muhabbet” olmuştu. Ben de bunu acaba sahnede nasıl modelleyebilirim diye düşündüm. Temeldeki bir ses kaynağını alıp onu canlı olarak başkalaştırıp çevreye geri verip böylece ses sahibi müzik oluşturmak nasıl olabilir diye düşündüm. Aşure de böyle ortaya çıktı. Adının aşure olmasının sebebi de şu; ben besteci olduğum kadar doğaçlama da yapıyorum. Balkanlardan pasifiğe kadar bütün kültürlerde müziğin içinde doğaçlama var ve doğaçlama çok önemli bir yerde ve çok başat bir rol oynuyor. Bu doğaçlama kültürü başka bir seviyede yapılabilir mi diye düşündüm ve geleneksel çalgılara yöneldim. Portekiz de dahil olmak üzere bir sürü konserlerim oldu. Geleneksel çalgılardan kastım mesela Kosova’da dutar, Bulgaristan’da kaval çalarak konser verdim. Suriye ve İran’da da geleneksel çalgılarla konserlerim oldu. Aşure serisi ise çok güzel gitti. Serinin devamında iyi tepkiler alınca seriyi daha da uzatmamı istediler. Daha sonra Erkan Oğur’la çok güzel bir konser yaptık.
 
 
B.Ş: O zaman şöyle diyebilir miyiz; “Kültürlerin harmanlanışından dolayı adı Aşure oldu” ?
M.C.Ö: Tabi, öyle de denilebilir. Aşure’nin temel sebebi; her zaman tatlıdır ama elinde ne varsa onu yaparsın. Aşure’nin temel içerikleri sabit değildir. Aşure’nin sabit içeriğinin olmaması ve coğrafyalar arası değişiyor olabilmesi adını Aşure koymamı sağladı. Daha sonra 2009 yılında ben askerdeyken Türkiye’de ilk elekroakustik albümüm yayınlandı. 1000 küsur civarında satış olmuş fakat bu alanda fena sayılmayan bir rakam olduğunu söylemişlerdi. Albümün adı “Siyah Kalem Dansı”. O da Mehmet Siyah Kalem diye 15. Yüzyılda yaşadığı varsayılan bir ressam. Çizdiği şeyler inanılmaz. Bu albümün adını onun çizimlerinden ilham alarak yaptım.  Bu süre içinde eser siparişleri almaya ve konserler vermeye de devam ettim.

B.Ş: Avusturya arşidüşesi Francesca von Habsburg’un sizden bir eser siparişi etmiş?
M.C.Ö: Francesca von Habsburg’un İstanbul’da ilk tanıştığım zaman, oldukça keyifli bir sohbette bulunduk. The Morning Line için benden istedikleri eser hakkında konuşurken, Bayan von Habsburg Kapadokya’dan ilhamla beste yapmamı önerdi. Kapatuka adlı eseri yaptım. İki geceliğine Kapadokya’ya giderek sesleri kaydettim. Kapadokya olağanüstü doğal oluşumlarıyla dikkat çeken, peri bacalarıyla özdeşleşmiş ve benzersiz tarihi ve kültürel mirasa sahip bir bölge. Eser bellek, aidiyet ve sahiplenme kavramları üzerine kurgulandı. Hiçlikten okyanusa, ardından iç denize dönüşümüne ve volkanik patlamalara, dağların oluşumuna ve erozyona, derin vadilerden sıradışı peri bacalarına, isimsizlikten Katpatuka’ya ve Kapadokya’ya. Bu fiziksel ve kültürel katmanlar sessel evreni şekillendirmekle kalmayıp, sessel evrenin kendisi haline gelirler. Parçanın amacı ise Kapadokya’da oluşan bu süreci, doğal ve kurgulanmış seslerle birlikte taklit edebilmekti.
 
B.Ş: Yurt dışında verdiğiniz sayısız konserin ardından hangi rüzgar sizi attı?
M.C.Ö: Berlin’de benim iyi bir pozisyonum vardı ama İzmir çok güzel bir şehir ve ben Türkiye’deki insanların potansiyeline çok inanıyorum. Burada daha keşfedilmemiş bir algı söz konusu. İnsanlar yeni şeylere çok çok daha açık. İzmir benim zaten çok önceden yaşamak istediğim bir şehirdi. Sayın Murat Barkan tarafından da bir teklif gelince keyifle kabul ettim. Bunu bütün kalbimle söylüyorum, Yaşar Üniversitesi çok vizyoner bir okul. Ben Türkiye’de bu kadar açık kafalı bir okul görmedim açıkçası. Hem teknik hem de sanatın çok üst seviyede olduğu bir merkez kurmakla görevliyim. Biz bu dönem içerisinde çok ciddi bir stüdyo ve ses araştırmaları laboratuvarı kuruyoruz. Yani hem burada bir prodüksiyonumuz hem de dünya çapında bir stüdyomuz olacak. Aynı zamanda da biz burada ses araştırmaları yapacağız. Burada tasarlanan Müzik Teknolojileri Yüksek Lisansı var. Önümüzdeki sene itibariyle başlatmayı düşünüyoruz. Film müzikleri, müzik prodüksiyonu, ses kayıt mühendisliği, elektro akustik müzik ve dijital sanatlar diye farklı farklı disiplinlerin burada eğitimini vereceğiz. Benim kendi sponsorum da gelecek ve onlarla da ortak çalışmalar yapacağız. Ableton Live adında, dünyada çok meşhur olan bir yazılım var bu da benim kişisel sponsorum olacak. Mesela Ankara’da 7 tane konservatuvar ve 1 tane müzik teknolojileri bölümü yok ama Yaşar Üniversitesi’nin vizyonerliğinde bu alanlar mevcut ve yakışır şekilde eğitimleri verilecek. Ben bu kapasiteyi başka bir yerde görmedim ve o yüzden bu okulu seçtim. Burada çalışmaktan da çok mutluyum. Burada çalıştığım arkadaşlarım da kendi alanlarında çok iyi olan isimlerdir. Paolo Susanni,  bir başka meslektaşım besteci Füsun Köksal, caz bölümünde de çok iyi meslektaşlarım bu okulda eğitim veriyorlar. Daha sonra eşi ile birlikte Genco Arı da geldi. Gitar bölümü başkanımız Kürşat Terci’den benim uzun yıllardır tanıdığım çok başarılı bir insandır. Burada o kadar güzel bir ortam var ki, gerek öğrencilerle gerekse hocalarla, inanılmaz yumuşak ve rahatça konuşulabilen bir yer. Burası ortak bir şeyler yapılabilecek bir yer ve bir şeyler paylaşabileceğin, konuşabileceğin, fikir alabileceğin bir yerde olmaktan ben çok memnunum. Bizim eğitim kadromuz sürpriz bir şekilde çok çok iyi ve çok açık kafalı insanlar.
 
 
B.Ş: Siz ne tür müzik dinliyorsunuz?
M.C.Ö: Ben çok geniş yelpazede müzik dinliyorum. Klasik, çağdaş ve çağdaş çok sesli müzik, caz ve özellikle elektro akustik müzik dinliyorum. Müzik ortamına göre dinlenilen bir şeydir. Bana göre her tür müziğe açık olmak lazım. Ben yıllarca kendimi başka müziklere kapalı tuttum. İtiraf etmek gerekirse popüler kültürü uzun yıllar boyunca yok saydım ama aslında popüler kültür de önemli. Kitlesel bir şeyi yok saymak akıllıca bir iş değil. Ben bunun daha sonra farkına varanlardanım. Önceki zamanlarda sadece belli bir çerçevede iş yapıyorsun ve o çerçevede takılı kalıyorsun. Daha sonradan fark ettim ki insanlar müzik dinlemek istiyor. Benim yaptığım müziği pek dinlemek istemiyorlar çünkü ben onların ne dinlemek istediklerini bilmiyorum. Son 4-5 yıldır popüler kültür dinlemeye başladım. Geleneksel müzik hep kulağımdaydı ama popüler müzik yoktu denecek kadar azdı. Pop müzik kültürü için gerekli kumaş bende yok sanırım. Ben daha çok emeğe dayalı, daha entelektüel derinlikli şeyleri seviyorum. Mesela benim hayatımda televizyon yoktur. Bütün zamanım işim dolayısıyla bilgisayar başında geçiyor ama bu demek değildir ki popüler dizileri, filmleri takip etmiyorum. Sadece sanat filmi izleyerek olmuyor. Tabi ki sinema sanatı ya da diğer plastik sanatlar çok iyi ama asıl önemli olan ilgi meselesi. Önemli olan bence herkesin sanatla bir şekilde iç içe olmasıdır.
 
B.Ş:  Albümlerinizden bahsedecek olursak,
M.C.Ö: 2009 yılında Türkiye’nin ilk elektroakustik müzik albümü “Siyah Kalem Dansı” bana ait. 2012 yılında “Sonpozisyonlar” albümüm Berlinz Records etiketiyle Avrupa’da yayınlandı. Üçüncüsü ise b"İZ", Emre Okçuer'in yerleştirmesine yaptığım 5 hoparlörlü için müzik, DVD formatında, 2008 yılında. Şimdi ise  iki albüm var. Bunlar da Avrupa'da yayınlanacak.
 

YORUM YAZ
Diğer Haberler

Mizah yaşamdaki çelişkilerden doğar

Müzik yapmak nefes almak kadar önemli

Hakan Aysev: Benim tek kahramanım Annem

Şeker Ağa konuk

Kendi romanlarımın kapaklarını kendim tasarlayıp yağlıboya tabloya işliyorum

Huzurlarınızda Yücel Erten!

Arşiv