O, İzmir’in Uçan Kızı

Balkan ve Türkiye rekorları sahibi master atlet, spor hukuku uzmanı avukat, mentör, kişisel performans uzmanı, Avrupa Atletizm Kadın Lideri, memleket sevdasıyla Avrupa’da, Asya’da yapılan yarışmalarda devlet desteğinin olmadığı zamanlarda masrafını kendi cebinden karşılayarak Türk bayrağını gönderlere çektiren, tenisçi,  geleceğin sporcularının idolü, hayat şampiyonu deyince akla gelen ilk isim Aycan Kurtcan, dergimizin ve bizimizmirtv Youtube kanalımızın konuğu oldu.

  • 0
  • 1.733
O, İzmir’in Uçan Kızı
© bizimizmir.net
Yazı Boyutu:

Balkan ve Türkiye rekorları sahibi master atlet, spor hukuku uzmanı avukat, mentör, kişisel performans uzmanı, Avrupa Atletizm Kadın Lideri, memleket sevdasıyla Avrupa’da, Asya’da yapılan yarışmalarda devlet desteğinin olmadığı zamanlarda masrafını kendi cebinden karşılayarak Türk bayrağını gönderlere çektiren, tenisçi,  geleceğin sporcularının idolü, hayat şampiyonu deyince akla gelen ilk isim Aycan Kurtcan, dergimizin ve bizimizmirtv Youtube kanalımızın konuğu oldu.

Mehmet Kurt: Bilinmeyen yanlarıyla Aycan Kurtcan’ı anlatır mısınız?
Aycan Kurtcan: İzmir’de doğdum. Üniversite döneminde ve sporculuğumun en yoğun dönemini İzmir’de yaptığım için genel olarak Aycan Tunca Yengin ya da İzmir’in uçan kızı olarak anılıyordum. Spor hayatım Ankara’da başladı ama sonrası babamın işi nedeniyle İzmir’e döndük ve spor hayatıma burada devam ettim. Ne kadar spor yapsam da hedefim baba mesleği avukatlıktı. Babam duruşmalara gittiğinde bazen beni de izleyici olarak götürüyordu ve ilk duruşmama 6 yaşımda girdim. Oradaki ortam, cübbe çok hoşuma gidiyordu. Spor dolayısıyla kendini keşfeden, kendine değer veren, kendine değer verdiği için insanlara ve toplumsal yaşama da değer verenim. Avukatlık mesleğini seçerken sporla da kendi kişisel, ruhsal ve bedensel olarak kendine yatırım yapan, bunu başkaları için de yapmaya çalışan, bu uğurda hizmet eden bir Türkiye Cumhuriyeti kadınıyım. 53 yaşına girmek üzereyken hala pistte isem, Türk bayrağını dalgalandırmak, o güzel bayrağının dalgalanmasının sebebi olmak, Türk Cumhuriyeti kadınını orda temsil etmek için, hala kalbim bunun için çarpıyor…

MK: Kaç yarışmaya katıldınız, Kaç madalyanız- ödülünüz var? Yanlış anımsamıyorsam en san bir Avrupa şampiyonluğunuz var.
AK: Avrupa şampiyonluğu 2018 yılı, yani kanser dönemimdi. Pandemi nedeniyle 2020 de Uluslararası tek bir yarışma vardı. Orda yaptığım dereceyle Balkanların en iyi ikinci kadın atleti sıralamasına girdim. Onun ödülünü bu yıl verecekler. Geçtiğimiz eylül ayında ise Türkiye Şampiyonasında “En İyi Kadın Atlet” ödülünü kazandım. 
11 yaşımdan beri atletizm yapıyorum. Zaman zaman ara verdim. Okul bitti mesleğime başladım, evlendim, çocuklarıma baktım ve doğal olarak o süreç içersinde pistlerden uzak kaldım. O kadar çok yarışma o kadar çok madalya. Madalya bir sporcunun sonucunu taçlandırdığı bir şey. Sayısından çok niteliği çok önemli. Size ne hissettirdiği çok önemli. Hepsi benim için çok önemli. İlk uzun atlamada aldığımdan bu güne sayısını inanın bilmiyorum. Profesyonel dönemdeki madalyalarım kutulanmış, depomlanmış şekilde duruyor, Sadece Master dönemine ait madalyalarım buralarda…
MK: Dağlara taşlara Bir kanser operasyonu geçirdiniz ve operasyon sonrası tekrar pistlere döndünüz nasıl bir sevdadır?
AK: Bu bir aşk, bir virüs. Öyle bir virüs ki insanın içine işlediği andan sonra vazgeçmek kolay değil. Spora kimle başladığınız çok önemli. Ben çok şanslı bir çocuktum. İlk antrönürüm Ankara’da milli takıma teknik branş antrenörü Orhan Altan beni yüksek atlamaya yönlendirdi. İzmir’de döndükten sonra beni Dr. Hikmet Kandeydi’ye sevketti. Bana verdikleri eğitim sayesinde severek ve keyif alarak spor yaptım. 12- 13 yaşında bir bir çocuk olarak şehirler arası Yöresel yarışmalara gitmeye başladım. O dönemde evde olan çocukla benim aramda ciddi fark oluşmaya başlamıştı. 15 yaşımda ilk yarışmama, Avrupa Kulüpler kupasına gittim. İsviçre Zürih’teydim 1985’de. Bana kazandırdığı o kadar çok şey oldu ki. Sadece madalyadan söz etmiyorum. Kişisel gelişmem anlamımda, sosyal gelişmem anlamında, akademik kariyerim anlamında. Hep avukat olmak istedim ve bu hedefimden hiçbir zaman da vazgeçmedim. Türkiye şartlarında çok zor bir hedef ama antrönürüz sizi gerçekten iyi bir hamurla yoğuruyorsa, sizi onu sevdirerek yaptırıyorsa başarı var ve bu işinizde de böyle. İşinizi eğlenerek yapıyorsanız o size hiçbir zaman bir ağırlık teşkil etmiyor. Bir de ben çok hareketli bir insanım. Yemeğe çok tembel, harekete açım. Yemekten bahsetmeyin, dışarıda bana iş verin koşayım. Asla vazgeçmem, yarım bırakmam. Sahalar benim özgürlük, şımarabildiğim alanlar. Sanırım adrenalini de seviyorum. Heyecanı, rekabeti seviyorum. Master döneminde tatlı bir rekabet ve iyi ki bu varmış ki, kanser döneminde bana çok yardımcı oldu. Çünkü vazgeçmemeyi, mücadele etmeyi öğrenmiştim. O nedenle inanılmaz pozitif geçirdim o dönemi. En önemli şey; o süreç içersinde size doktorlarınız ve psikologda eşlik ediyor. Psiolog ilk görüşmemizde “Sizin psikolog ihtiyacınız yok. Çünkü kendinizi yukarıya taşımayı biliyorsunuz. Bunu öğrenmişsiniz” dedi.  Yıllardır yüksek atlamada bunu yapıyorum zaten. Bence zaten bu aşk bitmesin.  Bazen bana soruyor arkadaşlarım. Ne zamana kadar atlayacaksın diyorlar. 100 yaş dünya rekorunu bekliyorum diyorum.
MK: Aslında bu soruyu sevgili Türker’e sormak gerek ama  Aycan Kurtcan Nasıl Bir eş, nasıl bir Annedir?
AK: Ben kendimi bildiğim için çok gerçekçi bir kadınım. Hayal de kuruyorum ama hedeflerimi gerçekleştirmek için de mantığımı çok fazla çalıştırıyorum.  Zaten hukukçu olmamdaki en büyük şey de bu. Aslında zor bir insanım. Zor bir kadın, zor bir anneyim. Her zaman eşime de çocuklarıma da teşekkür etmişimdir. Benim her türlü çılgınlığıma dayandıkları için. Çünkü ben normal bir anne gibi değilim. Şu saatte yemek yenilecek, şu saatte eve girilecek koşulum yok. Özgürlüğün tadını aldığım için, başarının böyle geldiğini kendim deneyimlediğim için, eşimle de böyle bir iletişim içindeyiz. 1987’den bu yana kesintisiz beraberiz eşimle. Demek ki bir problem, bir arıza yok. Önemli olan birbirinizi nasıl geliştirdiğiniz. Belli bir süreden sonra ruh doyumu başlıyor. Ne kadar sohbet edebildiğiniz. Çocuklarımdan ikisi de birbirinden çok farklı, birisi oyunculuk okudu, birisi hali hazırda moda okuyor. Babam bana “İyi bir bölüm seçemediniz mi?” diye fırça atmaya kalkıştı. Benim gibi bu kadar özgür düşünen bir insanın böyle bir şeyin içine girmesinin endişesini yaşıyordu beni böylesine özgür yetiştiren adamcağız.  Çocuklar kendi yeteneklerini geliştirmişti. Sağlıklıydılar, mutluydular, benim için bu yeterli ama onun için biraz farklı. Kendi hırsım, ya da yapamadıklarımı çocuklarımın üzerinden nemalanma gibi bir çabam yok. Herkesin kendini yaşaması çok önemli, çünkü dünyaya bir kez geliyoruz. Onun için de yaşamak için de tek şansımız var….
 
MK: Unutamadığınız bir anınız mutlaka olmuştur?
AK: Hukuki olan anılarınızı paylaşma lüksünüz yok. Beni çok derinden etkileyen ve dinleyenler için farklı bir boyut taşıyacak birini paylaşayım. 2017 Aralık ayında kanser ile ilgili konuyu öğrendim. Bu süreç içersinde Ne yapılırlara bakıyorsunuz. Hemen bir operasyon geçirdim. Belirlenmiş hedeflerim vardı. Çünkü ben bir yarışmaya gideceksem bir sene önceden her türlü hedefimi belirleyen bir sporcuyum. O sene de üç hedefim vardı. En büyük hedefim se Avrupa şampiyonluğuydu.  vardı. Sonrasında hani vakayı öğrendiğimde 49 yaşındaydım. Bizde 5 yaş 5 yaş artıyor ve gençler geldikçe sizden daha iyi durumda oluyorlar ve bu da sizi dezavantajlı yapıyor. Bunu öğrendiğimde daha büyük bir ameliyat gerekiyordu. Yarışmalara gitmeme kararı aldım. Çünkü doktor bu travmayla nasıl yarışacaksın dedi ama ben 40 gün izin istedim. Doktor, “O senin seçimin. Ben sağlığından sorumluyum” dedi. Moral ve motivasyon ihtiyacımı oralarda karşılayacağıma inanan eşim gitmemi istedi. Ben bu hareketi bencillik olarak algılıyordum. Biz o arada inanılmaz bir fikir alışverişinde bulunduk. Eşim, “Sen git. Ben bunla başa çıkarım. Senin daha çok ihtiyacın var. Derece hiç önemli değil. Sen çok mutlu olacak, oradan daha mutlu geleceksin” dedi ve ben gittim. O yarışma benim için inanılmaz bir şeydi. Çok kilo vermiştim. Üzgün değil ama şaşkındım. Büyük bir sürpriz ama kötü bir sürprizdi. “Takmıyorum” da diyemiyorsunuz. Mücadeleyi de bırakamıyorsunuz. Orda ne olacağını da bilmiyordum. Üstelik antremanları da bırakmıştım. Ve yarışa çıktım. İnanılmaz keyifli bir yarış oldu. Baştan itibaren büyük yükseklikleri ilk hakkımda geçtim. 1.51 den sonra küçük küçük göz yaşı dökmeye başladım şaşkınlıktan dolayı. 157’i en son 35 yaşımdayken geçmiştim. 15 sene geçmişti. İlk hakkımda hiç birimiz geçemedik. İkinci hakkımda çıtaya baktım ve kendi kendime “tarih yaz ya şurada” dedim.  Ve, ikinci hakkımda 157’i geçtim ve ağlamaya başladım. Herkes destekliyordu. Avrupa şampiyorluğu rekoruna ulaştım. Tek başıma kaldım. Hayatımda yaşadığın en güzel yarışmaydı. Şunu öğrendim: En güçsüz anında bile en güçlü sonucu çıkarabilirsin. Yeter ki kendine izin ver…
Sıra 8 Mart kadınlar günü nedeniyle hazırladığımız sorulara geldi
 
MK: Toplumsal Hayatta Kadının Yeri? İle başlayalım.
AK: Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi: Toplum kadın ve erkek denilen iki cinsten oluşur ve mümkün değildir ki birini diğerinden üstün tutmak. Toplumumuzda Kadın ve erkek eşit nüfusa sahip olsa da, Anayasa ve kanunlar karşısında eşit haklara sahip olsa da uygulamada bunun çok fazla yer bulduğunu göremiyoruz. Ben aileden gelen eğitime çok inanıyorum. Ailede kadın ya da erkeğin  çocukluğunda gördüğü eğitim önemli. O yüzden de toplumsal olarak olarak erkek egemen bir toplumda yaşadığımız için ve genel olarak kadınlar da kendilerini bu anlamda erkeklerden daha geride gördükleri gerçeği var. Babamın bana söylediği hep şuydu: “Kadınla erkek erkek vardır. O yüzden her konuda eşitsin.”  Bu prensiple kendine güvenli bir kız yetiştirdiler ve ben bayrağımı alıp dünyanın her yerine gidebiliyorum. Aileden gelen beni endişeyle, ya da erkekler zarar verir kaygısı yaşamadım. Erkeklerin oldukları her yerde kadın olabilir Eşit dağılım gerekiyor ama onu sağlamak pek mümkün olmuyor.
 
MK: Eğitimde fırsat eşitliği?
AK: Yine Erkek egemen bir toplumsal bakış açısı hakim olduğu için “kız çocuğu işte evinin kadını olacak, çocuklara bakacak. Oysa, kadının daha çok eğitim alması gerekiyor. Çünkü o erkeğinde çocukluğunda hayata bakış açısını veren kadın. Ben burada erkekten çok kadınlara daha büyük görev düştüğüne inanıyorum. Kendilerini, özellikle kız çocuklarını geliştirmeleri için onlara eğitim fırsatı gerektiğini düşünüyorum. Sonuçta ev işi, yemek yapmanın bir kızın ya da kadının görevi olduğunu kim demiş. Bu, eskilerden gelen bir gelenek. Artık çalışma hayatının içersinde kadın var. O yüzden de ne kadar iyi eğitim alırsa toplumsal gelişmede kadın ve erkek iyi eğitilmiş olacak. Ne kadar çok kız çocuğuna, ne kadar çok kadına eğitimde fırsat eşitliği verirsek, toplumsal gelişiminde o kadar sağlıklı olmasını sağlamış oluruz. Kadın yapısı gereği üremeyi sağlıyor, doğruyor, bakıyor, geliştiriyor. O yüzden de çok daha fazla eğitime ihtiyacı var. Her şeyi kadın oluşturuyor o yüzden o kadınların önce kendilerinden başlayarak, buna yakın olmaları gerektiğine inanmalararı gerekiyor. İşte o zaman bu sistemin içersinde bir kadın olarak yer bulacak…
 
MK: Siyasette Kadın mı, Sporda kadın mı?
AK: Siyasetten uzağım. Spor odaklıyım. Spor her şeyi kucaklamaktır. Olimpiyatların amacı da soğuk savaş sonrası ülkelerin rekabet edebilecekleri ortamlar yaratmaktı ve bunu barışçıl bir ortamda, kardeşçe dostça yapabilmekti. Uzmanlığım spor hukuku alanında. Aynı şey buraya da yansıyor. Yönetici olarak yansıyor. Federasyonlarda çok az kadın var şu anda. 81 ilimiz var 81 ilin Gençlik Spor İl Müdürü erkek, Genel Müdür erkek, Bakan erkek, bakan danışmanları erkek…  Siz, “buralara girmek için ne yapıyorsunuz?” diye sorarsanız: “Çaba gösteriyorum” derim. Ben spordan gelmiş, sporculuğun içinde, akademik eğitimli spor hukukçusuyum. 2013 atletizm federasyonunda sadece iki kadındık. Mehmet Terzi çok takdir ediyorum. Sonrasındaki, mesela şu andaki federasyonda kadın yönetim kurulu üyesi yok, yedekte bile… Böyle bir süreç içersinde biz varız ama bizi görmezden geliniyor. Kendim için konuşmuyorum. Bir sürü genç spor yöneticiliğinden mezun oluyor, bir sürü genç spor yapıyor. O yüzden onlara o eşitliği, o fırsatı vermezlerse o sistemin içersinde nasıl bir gelişme olacak. Sadece erkek bakışı. Böyle bir yer de olmak neden erkeklere hak. Uluslararı Olimpiyat Komitesi kadınların da yönetimlerde bulunması için belli kotalar veriyor. Uluslararası anlamda bunu teşvik etmeye çalışıyorlar. Kadınlar kendine bunları reva görmemesi gerekiyor. STK larda gönüllü olarak çalışma anlamında sondan üçüncüyüz. STK'lar insnların kendileri ve başkaları için çalıştıkları çok önemli kurumsal yerler. Hak verilmez alınır. Bir yerlerde hizmet edip, başkaları içinde bir şeyler yapmak. Budur özgürlük aslında. Bunlar olmadığı için ya da hani ismim yönetimde olsun. Hani benim evim var, çoluğum çocuğum var ve benzeri yaklaşımlarda olduğu için yöneticilik daha çok erkeke. Erkek işte çalışan, eve ekmek getiren, ailenin idamesini sağlayan bir yapıda olmaktan mutlu. Kadınlarla aynı masada olmaktan, ya da kadınların o görevi almasından çekiniyorlar. Çünkü biz kadınlar bütün bir aileyi organize ediyoruz. Topluma insan veriyoruz bir anne ya da bir kadının kucaklaması ile. Bakın bankalarda en çok kadın çalışan var. Sporda siz bu çarkı çevirmezseniz. Bakın, basketbolda, voleybolda kızlar başarılarıyla tarih yazıyorlar. Futbolun peşine takılmışız başka bir şey yok. Dünya kadar pirimler alıyorlar. Ki, profesyonel, bir beklenti de yok. Amatör bir spor içersinde bu toplumu ileriye götürecek kadın yöneticilerin bulunması spordaki başarımızı da bakış açımızı da, kültürümüzü de değiştirecek. Bunlar yaşanmış denenmiş, başarılı ülkelerde hala uygulanan. Memnun değilim. Ben üstüme düşüne yaptım, yapıyorum. İzmir Atletizm Spor Kulübü’nü kurduk, kurucu başkanıydım. Belediye, ya da herhangi bir kurumsal gurubun desteklemediği tek kulüptük. Çocuklara ve kızlara spor yapmalarını, spor alanlarına gelmelerini sağladık. Güvenli spor alanı yarattık. Şimdi yarışmalara gidiyorum. Bir Türk kadınının oralarda mücadele etmesi için çaba gösteriyorum. Umarım başarırız…
 
MK: Kadına Taciz, Şiddet, Kadın Cinayetleri ile ilgili ne dersiniz?
AK:  Kadına bu kadar alt seviyede bakılan, saygı duyulmadığı bir toplumun göstergesidir. Yani kadını taciz etmeyi, rahatsız etmeyi, darp etmeyi kendine bir hak olarak gören bir sistem içersinde olan insanlar var. Bunun çok fazla eğitimle de alakası yok açıkçası. Evde ne gördüğü önemli. Babasının annesine olan tavrı, ya da annesinin kendine olan insani tavrı. Haklarına ve özgürlüklerine ne kadar sahip çıktıklarıyla ilişkili olarak Kadınlar günü nedeniyle konuşuyoruz ama artık erkeklerde bu tip hareketlere maruz kalmaya başladığını görüyor, duyuyoruz. Kadının kendine toplumda biçtiği değerle, erkeğin ona biçmediği değer, yani tamamen değersiz olarak görmesi bunları arttırıyor. Kadın olarak toplumun neresindeyiz, Sosyolojik olarak, psikolojik olarak, hukuksal olarak ne durumdayız? Bunu kedine nasıl hak görüyor. Sosyolojik ve psikoloijik olarak erkeğin ya da toplumun gelişmesi için neler yapılıyor? Önce aile içi, okul ve çevre. Yani ben hep şunu söylerim: Bırakın okullarda matematik, Fizik öğretmeyi. Önce Vatandaşlık. Önce nasıl iyi bir vatandaş, nasıl iyi bir insan olabilir, nasıl iyi bir yaya olabilir öğrenmeliyiz. Önce yaya olarak kendimizi bilmeyiliz ki iyi bir sürücü olalım. Matematik, fizik nasıl olsa öğrenilecek ama toplumsal bir bütünlük, gelişme çocuklara öğretirken bizim de öğrenmemiz ve öğretmemiz gerek. Bütün çocuklar bizim çocuklarımız. Toplumdaki herkesle birlikte yaşayacağız…

YORUM YAZ
Diğer Haberler

Mizah yaşamdaki çelişkilerden doğar

Müzik yapmak nefes almak kadar önemli

Hakan Aysev: Benim tek kahramanım Annem

Şeker Ağa konuk

Kendi romanlarımın kapaklarını kendim tasarlayıp yağlıboya tabloya işliyorum

Huzurlarınızda Yücel Erten!

Arşiv