Prof. Dr. Açıkgöz; “GDO’da madalyonun öteki yüzüne de bakılmalı”

  • 0
  • 975
Yazı Boyutu:

Kamuoyunda Genetiği Değiştirilmiş Ürünler ile ilgili tartışmalar devam ederken Ege Üniversitesi Zıraat Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nazimi Açıkgöz “Madalyonun öteki tarafına da bakılmalı” diyerek bir yazılı açıklama yaptı. 
 26 Ekim’de yayınlanan GDO ile ilgili yönetmeliğin ardından toplumun politik yaklaşımlarla, GDO konusunda tek taraflı olarak bilgilendirildiğini söyleyen Prof. Dr. Nazimi Açıkgöz   Madalyonun öteki tarafının hiç de dile getirilmediğini bu ortamda bir çok gerçeğin gizli ve çarpıtılmış biçimde yansıtıldığını söyledi.  
Biyoteknolojiden faydalanarak tarımını şahlandıran üç ülkenin durumlarına bakılması gerektiğine işaret eden

Prof. Dr. Açıkgöz, gözlemlerini şöyle sıraladı.
Arjantin biyotek soya ile 3 milyon Ha ikinci ürün alanını devreye soktu.
Hindistan biyotek pamukla son beş yılda ekim alanını ikiye, üretimini üçe katladı;
Çin biyotek tohumluğun yarısını ulusal düzeye üretebilmiş ve teknoloji ihracatına başladı. Diğer yönden yıllık tarımsal ilaçlama esnasındaki ölümlü kazalarını da 250’den 50’lere düşürerek; ilk ticari transgenik(GDOlu) kavak plantosyonunu tesis etti.
Bu gelişmeler karşısında diğer ülkeler üreticisini transgenik çeşitlere kavuşturmak için neler yapıyor?

Brezilya uluslararası bir firmaya özel çeşit siparişi veriyor; Pakistan tüm ulusal ıslahçı firmalarına ücretsiz dağıtmak üzere bir gen satın alıyor!
İran hastalıklara dayanıklı transgenik çeltik çeşidini geliştiriyor, Mısır kurağa dayanıklı buğday çeşitlerini tescil aşamasına getiriyor.

Peki bu artılarına rağmen neden Türkiye gibi bazı ülkeler tüketime dahi hayır diyen Zimbawe durumuna düşmektedirler, Günümüzde kararlar bilgi akışının hız ve şiddetine göre sağlıklı ve hızlı verilmektedir. Dünyada sansasyonal haber değeri ile Frankeshtein gıdalara adı karışan biyotek ürünlerle ilgili sağlıklı bilgilenme beklenemezdi. Türkiye’de bundan nasibini almış ve salt bu ve benzeri nedenlerle biyogüvenlik yasasını çıkaramamış, işi bir yönetmelikle adeta geçiştirmeye kakmıştır. Bunda siyasi partilerin dünya gerçeklerini hiçe sayarak olayı kendi lehlerine kullanma girişimleri,  yönetim birimlerinin güç kazanma savaşları etkili olmuştur. Halbuki Türkiye yarının genetik yatırımları için söz konusu yasa taslağında bir konsey oluşturmayı öngörüyordu. Böylece binlerce araştırmacı yarının tarımsal araştırmalarına yönelebilecekti.”   

“Türkiye’de Bu Konu Neden Sahipsiz Kaldı?”
Türkiye tarımının uzun vade planlarını yapacak siyaset üstü bir organizasyon olmadığını iddia eden Prof. Dr. Nazimi Açıkgöz, Türk  bilimine yön vermesi beklenen TÜBA gibi kuruluşların bile Vizyon 2023’de  “2016 yılında mısır tohumluğunun  % 50’si yerli firmalarca karşılanacaktır” gibi gerçekleşme şansı olmayan saptamalara gittiğini ileri sürdü.  
Türk tarımının yarınını yönlendirmesi beklenen kuruluşlardan Tarım Bakanlığının politika dışına çıkamadığını, Zıraat Mühendisleri Odası’nın kendini bir türlü politika üstüne  taşıyamadığını, Üretici Birliklerinin günü kurtarma çabalarını aşıp, fikir üretecek danışmanlık mekanizmalarını harekete geçirebilecek düzeye erişemediğini Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin anlaşılmaz bir şekilde sessiz kaldığını söyleyen Prof. Dr. Açıkgöz, “Her ne kadar Türkiye yıllardan beri GDO’lu ürünleri tüketiyorsa da, ilk aşamada transgenik çeşitlerin üretimine  pek fazla gereksinimi yoktur gibi görünebilir. Fakat Ege Bölgesinde ikinci ürün mısır tarımı -sap kurdunun iki generasyon vermesi nedeniyle- ancak transgenik çeşitlerle olasıdır. 100.000 Ha mısır üretim potaniyeli kullanılmamaktadır. Yine yıllık 10 ilaçlamanın zorunlu olduğu bazı yörelerde transgeniklerin avantajlarından Türk pamuk üreticisi neden yararlanmasın?
Geç kalmanın bedeli büyük olacaktır. İnsan gücünün yetiştirilmesi, bilgi birikiminin sağlanması zaman alacaktır. Fakat biyoteknolojinin kaçınılmaz olduğu süne – kımıla dayanıklı buğday çeşitlerinin geliştirilmesi projelerinin gecikmesinin yıllık bedeli 1 milyar US$ dır.” dedi.

Bundan Sonran Neler Yapılabilir?
Prof. Dr. Nazimi Açıkgöz açıklamasının şöyle sürdürdü; “Tekolojinin topluma ulaşması için bilgilenme sistemleri önemlidir. Olayı sansasyonel yönden ele alan Türk medyası tarımsal biyoteknoloji konusuna adeta karşıt gibidir. Bu da siyasi karar mekanizmalarından tüketiciye, sivil toplum kuruluşlarından bilim adamlarına etkin birimleri harekete geçirmiştir. Bu aşamada teknoloji sahibi firmalar hedef tahtası haline sokulmuş ve bilgilendirme çalışmalarını dahi askıya almışlar, meydan adeta teknoloji karşıtlarına terk edilmiştir. Taraftarları “vatan haini – satılmış” ilan eden sivil toplum kuruluşlarına dur diyecek, dünyadaki gelişmeleri Türk toplumuna aktaracak, bitki ıslahında genin önemini ve yeni çeşit gereksinimlerini ele alacak çok az yayın bulunmaktadır. Halbuki tarımsal biyoteknolojinin kaymağını yiyecek olan üretici örgütlerinin olaya sahip çıkması gerekirdi. Dünyada GDO eken çiftcinin %30 civarında düşük maliyetle piyasaya girdiği liberal ekonomide Türk çiftçisi nasıl rekabet edebilir? Türkiye’nin gen merkezi olduğu buğdayın transgenik çeşitlerinin ekimi konusunda çok düşünmemiz gerekir diyebiliriz. Hatta bu konuda bizlerin şu gerçeği tartışıp, geliştirmemiz ve politikacılara bilgi desteği vermemiz gerekir: Türkiye gen merkezi olduğu için transgenik

buğday ekemeyecek ve otomatikman %30 daha yüksek maliyetle rekabet edemeyecek. Peki bu zararı kim karşılayacak? Pamukta olduğu gibi üretim alanı daralmasında doğacak zarar Türkiye’ye mi fatura edilecek?” İZMİR(Ege Ajans)

YORUM YAZ
Diğer Haberler

Vicdanım rahat, kafayı yastığa koyduğumda huzurla uyuyacağım

İGC halkın haber alma hakkının teminatı

Kardeşlik köprüsü, ‘Hatay Basın Merkezi' ile yaşayacak

İzmir’e bir onur daha…

Folkart'dan ilk Sürdürülebilirlik Raporu

İzmir’e 4 yeni fabrika, 4 yeni Cumhuriyet kalesi kazandırdık

Arşiv