Kalbur saman içinde iken,daha doğrusu saman daha kalbura girmemişken oldu bunlar:
İkindi güneşi, çekilip giderken bu da benden size kapak olsun dermiş gibi,bütün gün ortalığı yakıp kavurduğu yetmezmiş gibi elindeki son ateşleride kürek kürek savuruyordu.
Ağustos böceklerinin bile sabahtan beri bağırmaktan dilleri damaklarına yapışmıştı,şu ağustos hayırlısı ile bir çıkıp gitsede bizde bir tatile çıksak diye yırtınmaya devam ediyorlardı.
Sarpıncıktan çıkıp kıvrıla kıvrıla giden süvari yoluna gözlerini kısarak baktığında sanki iki karakupa su üstünde birbirini takip eder gibi görünen kafileyi fark ederdiniz.
Bütün gün kızışmış kayrak taşlarından yükselen yalaz bu kafileyi sanki su içinde yüzen balık sürüsü gibi gösteriyordu.
Ard arda yürüyen iki katırın nal sesleri ritmik bir müzik gibi taştan taşa sıçrıyor çetirler arasında sönüp gidiyordu.
Arkadaki katırın yuları öndekinin semerine bağlanmış olduğundan yol bulma derdi olmadan gamsız yürüyor sadece arada bir sinekleri kovmak için kuyruğunu sallıyordu .
Öndeki katırda aldığı görevin idrakinde kulaklarını radar gibi öne arkaya çevirerek çevreyi ve yolu kolluyordu.
Öndeki taşıdığını sarsmamak için tek tek basaraktan,taştan taşa atlayaraktan giderken ;
arkadaki katır iki yanına sarılmış birer buçuk kulaçlık tahta kutuları sallaya, sallaya, kıvıraraktan,kırıtaraktan öndekini takip ediyordu.
Giritli İbram da katırın yürüme ritmine uygun olarak öne arkaya sallanıyor,üst dudağından aşağı sallanan kara bıyıklarıda bu ritme uyuyordu.
Hayvan arada bir tökezleyince , huysuzlanınca yada başı öne aniden düşünce gözünü şöyle bir açıp kendini yeniden teraziliyor,şekerlemeye kaldığı yerden devam ediyordu.
Kuruvaze ,kahverengi,boydan çizgili takım elbisenin ceket düğmeleri kanter içinde katır üstünde uyuklayarak,sallanarak giderken aldığı baba terbiyesi nedeniyle ilikliydi.
Ama rüyada hiçde öyle kasaba eşrafı gibi davranmıyordu tam o sırada.
Ta beş yüz yıl geriye gitmiş Börklüce ile köylüleri Padişaha karşı,soyguna karşı,Tımar ağalarına karşı,eşkiyaya karşı kıyam ettirdikleri günlere gelmişti.
Beyaz libaslar giymişler,atlarının kuyruklarını bağlamışlar ,yaka bağır açık başlarında kırmızı börk yalınayak yarin yanağından gayri her şeyin paylaşılması gerektiğin söylüyorlardı.
Tanrının malının Tanrının kullarınca eşit bölüşülmesini, Badem Bükündeki Goca çınarın etrafında halka olmuş Boynaklılara anlatıyorlardı.
Hayda vreler,Allahu ekber seslerine,Mamma Mialara karışıyordu.
Hele kuyunun yalağına ilişmiş Despinanın kara gözlerinin derinlerindeki ;bu gecede yatak gezmesinin olacağı umudunun ışıklari sanki karşı dağlara şavkıyordu.
Çocukların sinemacı Dayı geldiii diye bağırarak onu köy dışında karşıladıklarında yüreği gördüğü düşün çarpıntısında kurtulamadan semerin üstünde sıçradı.
Veletler o hafta Siğnemacı İbram Dayının onlara köy kahvesinde ,katırlarla taşınan, karpit lambalı seyyar sinema makinesı ile film göstereceğinin sevinci ile karşılamaya çıkmışlardı.
Katırlara çatılmış kasaların içindeki yuvarlak tepsi gibi film kutularında Simavne kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin filmini seyredecekti Boynaklılar!
Beş yüz yıl önceki kan deveranı bu akşam acaba kaç kişinin damarlarında şaha kalkacaktı.
Ahh bir de Despina olsaydı !