Nasıl bir hayatki yaşadığımız?
İktidar, güç mücadelesi veriliyor çevremizde.
Evlerde, işlerde koltukların derisi sık sık değiştiriliyor, bilgisayar modelleri yenileniyor, cep telefonları sürekli ellerimizde, güç gösteresi mafya yürüyüşleri yerleri tutuyor, uyuşturucu ile beslenen zihinler duvarları yıkıyor, hep aynı bakışlar çocukları izliyor mesela…
Zevk değil, hobi değil artık paranın gücü gibi kullanılan arabalar yayaları çiğniyor, su gibi ezberlenmiş metinlerle bilgiçlik taslanıyor…
Kızım, oğlum hitaplarıyla adam yerine konulmuyor insanlar; çalışanlar, cahil, dağlı tamlamasıyla yeriliyor…
Söz sahibi kişiler, hırsız, dolandırıcı nitelemesiyle küçümseniyor; işadamları, hazır yiyici, doğuştan muhalif yakıştırmasıyla iki paralık ediliyor işçiler.
Değerli olan ne kaldı?
Düşünüyorum da; zaman içinde insanı şaşırtan bir bilinmezlik, hayatı anlatmayı sürdürüyor.
Oysa ki Hayat Geçiyor, peki biz neredeyiz?
Belki de tüm bu olanlar, bu topraklarda yaşayan insanlara çeyrek yüzyıl içinde bir ülkenin nasıl da değiştiğini gösteriyor...
İsmini kendi ruhuna kazımış rüzgar sesinin, ana kraliçenin, ateş böceğinin ve boğa gücünün gölgeleri kent sokaklarına düşüyor.
Onlar hayattan aldıkları ve hayata verdikleri kadar var oluyorlar bu dünyada.
Yollarını yitirdikleri metropol sokaklarında ne kadar silkinip gelebilirlerse kendilerine, o kadar mümkün tutunmaları hayata…
Biraz da bunun imkânsızlığı değil midir hayatın gerçeği?
Çoğumuzun susup kaldığımız o sorulardan biri geliyor bugünlerde aklıma;
Hayat sen nerdesin ?
Ben kaybolmaktan korkuyorum sende …