İyi Hal İndirimleri Son bulmalıdır

İzmir Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini sürdüren sevgili Işınsu Kestelli bu sayımızın konuğu oldu.

  • 0
  • 963
İyi Hal İndirimleri Son bulmalıdır
© bizimizmir.net
Yazı Boyutu:

Mutlu, enerjik, yerinde duramayan bir çocukluk geçiren, İzmir Amerikan Kız Lisesinin ardından DEÜ İİBF İktisat Bölümünde okuyan, son sınıfta Raks Dış Ticaret’te asistan olarak çalışma hayatına atılan, üç ay sonra DYO’ya bağlı bir şirkette genel müdür asistanı, satış koordinatörü, Turyağ’da genel müdür asistanı, üç yıl sonra da o bölümün satın alma müdürü olan, Turyağ ile Türk Henkel’in birleşme döneminde İstanbul’da tarımı ve dünya genelinde bitkisel yağ pazarını öğrenen, 2008’de kendi şirketi Agritrade’i kuran, halen İzmir Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini sürdüren sevgili Işınsu Kestelli bu sayımızın konuğu oldu. Kestelli ile ekonomiden çok hayatı ve hayatın içindeki kadınları konuştuk…

Pınar Kurt Çalık: 130 yıllık bu önemli kurumun ilk kadın başkanısınız? Öncelikle erkek egemenliğini yıkmayı nasıl başardınız? Kadın olmanın ne gibi avantaj ve dezavantajlarını yaşadınız?
Işınsu Kestelli: Erkek egemenliğini yıkmak ifadesini çok doğru bulmuyorum. Ben hayatın her alanında kadınla erkeğin eşit olması gerektiğini savunan ve birlikte mücadele ederek içinde yaşadıkları toplumu daha müreffeh bir geleceğe taşıyacaklarına inanan bir insanım. Borsa’da olan da tam olarak budur. İyi anlaştığım, uyumla çalıştığım kadın-erkek tüm üyelerin desteği ve takdiri ile başkan oldum. Yani ben Türkiye’nin ilk ve halen tek kadın ticaret borsası başkanıysam bunu İzmir Ticaret Borsası üyeleri olarak hep birlikte başardık. Dolayısıyla da bir zorluk yaşamadım. Ayrıca, borsanın, ülkemizde kadına yönelik şiddetin sona ermesi, dilde ayrımcılığın ortadan kaldırılması yönünde projeler yürütmesi veya var olan projelerin parçası olması konusunda tüm üyelerimizden müthiş bir destek gördüm.

PK: Bir haberde İzmir’in özellikle de agro-tarım ve agro-turizm konusunda bir çekim merkezi olabileceğini dile getirmiştiniz. Biraz açar mısınız?
IK:Sağlıklı yaşam anlayışı giderek daha çok insan tarafından benimseniyor. İnsanlar genetiğiyle oynanmış ürün tüketmek istemiyor. Kimyasal gübreyle yetiştirilmiş gıdalardan, katkı maddelerinden hızla uzaklaşıyor. Bu sayede de organik üretimin değeri her gün daha iyi anlaşılıyor. Buna bağlı olarak organik gıda pazarı da hızla büyüyor.
Dünya genelinde, 2018 sonu itibariyle organik tarım pazarının ekonomik boyutu 97 milyar Euro’ya ulaştı. Bu rakamın 40,6 milyar doları ABD pazarında gerçekleşiyor. AB’de en yüksek tüketim 10,9 milyar Euro ile Almanya’da. Avrupa bölgesinin toplam hacmi ise 40,7 milyar. İsviçre ve Danimarkalılar, organik beslenmeye kişi başı 312 Euro harcıyor. Türkiye’de kişi başı harcama ise henüz 1 Euro seviyesinde. Türkiye'de halen 75 bin çiftçi, 500 bin hektar alanın üzerinde, 200'ün üzerinde üründe organik tarım yapıyor ve 200 milyon dolar ihracat gerçekleştiriyor. Dolayısıyla hem iç tüketimde hem üretimde hem ihracatta daha gidecek çok yolumuz var.

Büyük bölümü ağır sanayinin etkisinden uzak olan ve iklimiyle organik üretime imkân veren Ege Bölgesi’nin bu konuda ciddi bir potansiyeli olduğuna inanıyorum.
Keza agro-turizm alanında da böyle bir imkân mevcut. Türkiye’ye gelen turistlerin kişi başı yaptığı harcama halen 600 Euro civarında. Bunu iki katına çıkarmadan, sadece turist sayısını artırarak arzuladığımız hedeflere ulaşamayız. Bu konuda da zengin mutfak kültürümüzü öne çıkartan, onları doğal zenginliklerimiz ile birleştiren rotalar oluşturmamız şart. Ege bu alanda da sayısız avantaja sahip.

PK: Türkiye’yi sizce normal tarım mı, organik tarım mı kurtarır?
IK: Öyle bir ayrım yapılamaz. Dünya nüfusu 2050 yılında 10 milyara ulaşacak ve bugünkünden en az yüzde 60 daha fazla üretim yapmamız gerekecek. Sadece organik tarımla bu potansiyeli karşılamak imkânsız. Ancak ‘normal tarım” derken kontrolsüz kimyasal kullanımından söz etmediğinizi düşünüyorum. Bizim iyi tarım uygulamalarını çoğaltmamız lazım. Yani bilimi tarlayla buluşturmamız, gerektiği kadar ilaç ve modern sistemler sayesinde minimum su tüketimi ile üretim yapmalıyız. Attığımız her adımda karbon ayak izimizi hesaplamalıyız. Sadece daha çok üretmeyi düşünmemeli, doğanın tüm dengelerini gözeterek, arıların sayısını, faydalı böceklerin canını koruyarak üretmeyi becerebilmeliyiz.

PK: Bazı ülkeler var; bir Türk firmasına ürettirdiği zeytin yağını, şarabını ya da diğerlerini şişeleyip etiketleyip çok sayıda ülkeye satıyor ama yerli üretici maalesef aracı firma pozisyonunda nasıl yorumlarsınız?
IK: Burada marka değeri öne çıkıyor ve bu sadece tarımın sorunu değil. Nasıl ki tekstilde hâlâ fason ülke imajından tam olarak kurtulamadıysak, aynı durum diğer sektörlerde de başımıza gelebiliyor.

Mesela Türkiye dünyanın en büyük altıncı zeytinyağı ihracatçısı... Bu alandaki rakiplerimizden İtalya, 2019 yılında ürettiği zeytinyağının tonunu ortalama 4 bin 838 dolardan, Yunanistan 3 bin 774 dolardan, Portekiz 3 bin 484 dolardan, İspanya ise 3 bin 47 dolardan ihraç etti. Aynı dönemde ülkemizin ortalama ihracat fiyatı 2 bin 688 dolar olarak gerçekleşti. Aradaki bu fark marka olmaktan, modern pazarlama yollarını doğru kullanmaktan ve tüm dünyada nihai tüketiciye ulaşabilmekten kaynaklanıyor.

Bunu ancak ve ancak eğitimle, akılla, bilimle değiştirebiliriz. İzmir Ticaret Borsası olarak biz de bu yolu izliyoruz. Borsa olarak hazırladığımız Tarım 4.0 Raporunun, Borsa Akademi fikrinin, İzmir Tarım Teknoloji Merkezinin kuruluş çalışmalarının ardında hep bu amaç yatıyor.

PK: Teknolojiyle, sosyal medya ile aranız nasıl? Yoğun kullanır mısınız, nasıl kullanırsınız?
IK: Sosyal medyayı hızlı gelişmeleri anında takip etmek, daha fazla kaynaktan beslenmek, yükselen trendleri yakalayabilmek ve yeri geldiğinde sesimi duyurmak için etkin olarak kullanıyorum. Borsamız da bu alanda İzmir’deki pek çok kurumun önünde. Hatta bu yıl 130’uncu kuruluş yılımız olması nedeniyle 360 derece bir iletişim yürütebilmek için yoğun bir şekilde çalışıyoruz. Önemli yeniliklere de imza attık. Mesela “4 Element ve İnsan” adlı podcast yayınlarımız oda ve borsalar arasında bir ilk ve hâlâ tek. Dinleyenler işin özünü en iyilerin ağzından öğrenme imkânı buluyor. Bu tür yenilikleri ve ilkleri yapmaya devam edeceğiz.

PK: Önemli bir hastalık geçirdiniz ve çok şükür ki üstesinden geldiniz? anlatır mısınız?
IK: İlaç ve diyet kısmı kişiye ve hastalığın seyrine göre değişebilecek özel şeyler. Yanlış anlaşılmaya neden olacak şeyler söylemek istemem. Ancak şunu söyleyebilirim: Öncelikle doktorunuza güvenin ve onun çizdiği tedavi programından asla şaşmayın. İnternet aramalarıyla ya da uzman olmayan kişilerin tavsiyeleriyle aklınızın karışmasına izin vermeyin. Ve en önemlisi moralinizi asla bozmayın. Evet; yaklaşık 10 yıl önce meme kanserine yakalandım. Şanslı bir insanım. Çevremde beni seven ve önemseyen dostlarım var. Onlar bana hep moral verdiler. Sık sık bir araya geldik. Hatta kemoterapi seansları öncesinde parti düzenleyip birlikte eğlendik. Eşim ve oğlum da her zaman yanımdaydı. Ben başıma gelen bu zor olayı başkalarına iyilik yapabilmek adına bir ışık, bir fırsat olarak gördüm. Sağlığıma kavuştuktan sonra, TOBB’un da destekleriyle aldığımız bir seyyar tarama TIR’ını Sağlık Bakanlığımıza bağışladık. O TIR, “Annem Kanseri Yendi” kampanyası çerçevesinde köyleri, kasabaları dolaştı. Erken teşhis sayesinde belki de birçok kadının hayatı kurtuldu. Bu benim hayatımdaki en büyük mutluluklardan biri.

PK: Bu kez, Işınsu Kestelli’ye çok zor bir soru geliyor. Işınsu Kestelli nasıl bir eş, nasıl bir annedir?
IK: Neşeli, paylaşımcı, birlikte olduğu insanı moral ve motivasyon olarak aşağı çeken değil hep ileri iten bir eş; oğluyla arkadaş bir anneyim. Ya da öyle olmak için her zaman gayret sarf ettim diyeyim. Tabii bu soruyu bir de eşim Can Bey ile oğlum Ege’ye sormanız lazım...

PK: Başkanlık, kendi işiniz, eşiniz, oğlunuz ve eviniz... Boş zaman kalıyor mu? Kalırsa neler yaparsınız?
IK: Ben zaten işimin yanı sıra, kadınların ve ülkemizdeki diğer dezavantajlı kesimlerin yararına farkındalık çalışmaları yürüten Turuncu Derneği’n Başkanıyım. Borsa çatısı altında, eğitim faaliyetlerimize hız kazandıracak olan Borsa Vakfımızı yeni kurduk. İnsanlar boş vakitlerinde dostlarıyla vakit de geçirirler... Ben bu konuda şanslıyım çünkü hem kendi şirketimde hem borsada dostlarımla bir arada çalışıyorum.

Kitap okumak, film izlemek için uzun iş seyahatlerini değerlendiriyorum. Tatilde de ailemle birlikte sessiz ve verimli bir şekilde zaman geçirmeye çalışıyorum.

PK: Sadece Turuncu dersem sizin için ne ifade eder?
IK: Tabii ki Derneğimiz… Turuncu Dernek son üç yıldır hayatımızda ama bugüne kadar ciddi farkındalık yaratan Turuncu Yürüyüş ile düzenlediği panel ve oturumlarla çok sayıda insana ulaşmayı başardı. Dernek faaliyetlerini sürdüren genç, başarılı, mücadeleci bir ekibimiz var. İşi onlar yürütüyor, ben de elimden geldiğince onlara destek vermeye çalışıyorum. Açıkçası iş hayatında eşit olamayan, dilde ayrımcılığa uğrayan, evde, sokakta şiddet gören kadınların ve sesini duyurma imkânı bile bulamayan nice dezavantajlı grubun sesini duyuracak cesur insanlara ihtiyaç var. Bu hem dünyada hem ülkemizde böyle. Ama sanki bizde biraz daha fazlasını yapmak gerekiyor. Keşki turuncunun sıcaklığını, sevecenliğini, eşitliğini tüm ülkeye el birliğiyle yayabilsek. Hiç kimsenin kötü muamele görmediği, dışlanmadığı, ötekileştirilmediği bir dünya bugünkünden çok daha iyi bir yer olmaz mı?

PK: “Toplumsal hayatta kadının yeri”ni nasıl tarif edersiniz?
IK: Son 100 yılda hem dünyada hem dünyamızda çok önemi bir mesafe kat ettik ama asla yeterli değil. Eğer bir ülkenin nüfusunun yarısı kadınlardan oluşuyor ve eşitlik sadece bununla sınırlı kalıyorsa eşitlikten ve adaletten söz edemeyiz. Bize oranla eşitlik anlamında çok daha iyi noktada olan Avrupa Birliği ülkelerinde bile kadınların şirketlerin yönetim kurullarında eşit temsili için kapsamlı ve zorlayıcı çalışmalar yürütülüyor. Biz daha geriden geldiğimize göre onları yakalamak için daha çok çalışmalıyız.

PK: Eğitimde fırsat eşitliği var mı?
IK: Benzer bir durum... Sadece oğlan olduğu gerekçesiyle okula gönderilmeyen bir evladımız olmadığına göre bunu kız çocukları için de düşünemeyiz. Mesela 2018 yılı verilerine göre en az bir eğitim kurumunu tamamlayan kız çocuklarının oranı yüzde 84,5 iken bu oran erkeklerde yüzde 95,9... Aradaki fark giderek kapanıyor ama çok yavaş kapanıyor.
 
PK: Siyasette kadının yeri ile ilgili düşünceleriniz nelerdir?
IK: Ülkemizde uzun yıllar boyunca siyaset sadece erkeklerin oyun alanı olarak görüldü. Son yıllarda ciddi bir kıpırdanma söz konusu olsa da Meclis’teki kadın vekil oranı yüzde 20’yi bile bulmuyor. Bu sorun yerel yönetimlerde daha da vahim. Kadın belediye başkanı sayısı yok denecek kadar az.

PK: Çalışan kadınlar ve kadın girişimciliği?
IK: Bu soruya en sağlıklı cevabı verebilmek için kadınlar ile erkeklerin çalışma hayatında kalma sürelerine bakmak yeterli. Yine 2018 verileriyle, çalışma hayatında kalma süresi kadınlarda 19 yıl iken erkeklerde 39,3 yıl oldu. Yani kadınlar emeklilik hakkını elde edecek kadar bile çalışma hayatında kalamıyor. Çocuğun bakımı, yaşlanan aile büyüklerinin bakımı, kıskançlık ya da pek çok diğer nedenle kadınlar iş hayatından erken kopuyor. Bu da piramidin tepesine yeteri kadar kadının çıkmasını engelliyor. Daha doğrusu en başta eksik eğitimle adaletsiz oluşan iş hayatındaki piramit sistemi, ilerleyen basamaklarda kadınların önüne yeni engeller çıkartılması ve çoğunun yarışın dışına itilmesiyle son buluyor.

PK: Biliyorsunuz ülkemizde çocuk gelinler gerçeği var. Bu konudaki görüşleriniz?
IK: Çocuk gelin ifadesini hiç doğru da bulmuyorum. Bu yaşanan sorunun, çeşitli gerekçelerle yapılan ahlaksızlığın boyutlarını küçültüyor. Öncelikle çocuk, çocuktur ve çocuklar evlenemez. Kız çocuklarının hayatı öğrenmeden, hatta kanunlar önünde reşit bile sayılmadan kendinden yaşça büyük erkeklerle evlendirilmesi en hafif tabirle suçtur.

PK: Kadına taciz, şiddet, kadın cinayetleri artarak sürüyor. Bu konuda ne diyeceksiniz?
IK: Uygulama olmadan sadece karar alarak bu sorun çözülemez. Bakın; 2020 yılında 382 kadın partnerleri, eski partnerleri veya aile bireyleri tarafından öldürüldü. Başka bir deyişle, 2020 yılında her gün en az 1 kadın katledildi. Bu yaşananlara “kadın cinayetleri” demek yetersizdir. Ülkemizde, bir “kadın kıyımı” yaşanmaktadır. Bu tablo karşısında, toplumsal cinsiyet eşitliğini güvence altına alan ve kadının sosyoekonomik statüsünü iyileştirmeyi hedefleyen yasal ve toplumsal girişimler yetersiz kalmaktadır. Kadın ölümlerinin ve kadına karşı şiddetin engellenmesi için İstanbul Sözleşmesi’nin eksiksiz ve koşulsuz uygulanması şarttır. Cezasızlık, iyi hal indirimleri de bir an önce son bulmalıdır. Yasal uygulamalar, önleyici sosyal politikalar ile desteklenmelidir.

YORUM YAZ
Diğer Haberler

Mizah yaşamdaki çelişkilerden doğar

Müzik yapmak nefes almak kadar önemli

Hakan Aysev: Benim tek kahramanım Annem

Şeker Ağa konuk

Kendi romanlarımın kapaklarını kendim tasarlayıp yağlıboya tabloya işliyorum

Huzurlarınızda Yücel Erten!

Arşiv