Bir Kenti Sevme Dersleri

  • 1
  • 419
Yazı Boyutu:







Bin yılın olayı
 
            Merhaba.

Bundan böyle ve burada da, hayatın elverdiği zamanlarda birlikte olacağız.
Yılları birlikte aştığımız kadim dostum Mehmet Kurt’a teşekkür ediyor, Bizim İzmir ailesini ve okurlarını selamlıyorum.

Bana ayrılan sayfada, kentten, kentli olmaktan, İzmir’i yaşama sorumluluğundan dem vurmaya çalışacak, sizlerden gelen düşüncelerden, katkılardan ve eleştirilerden güç ve cesaret alacağım. Bunların gereğini yerine getirirken, hiç kuşkusuz hayatın her alanında olduğu gibi, çağdaş, demokratik ve laik bir ülke olarak yaşama gereğini ödünsüz savunmaktan, daha yaşanır bir memleket-daha güzel bir yeryüzüne olan hasretimden beslenen dünya görüşümden yola çıkacağım.  Bu tavrımın, “Sevgilim” dediğim ve bugün neysem her şeyimi borçlu olduğum İzmir için de aynen geçerli olduğu bilinmelidir.

            Mademki 2021’i selamlıyoruz, yaşadığımız onca soruna, yoksulluğa ve yoksunluğa rağmen inadımızı, duruşumuzu, umudumuzu koruyoruz, başlangıç yazımız da, başlığı da kente dair tarihsel bir gelişmeyi konu edinsin.
            Nicedir yazıp söylemekteyim, İzmir için “bin yılın olayı”, Kadifekale sırtlarından kentin içine doğru inen Antik Roma Tiyatrosu’dur. Uzun yıllara dayanan bu kadim yapıtın ortaya çıkarılması, İzmir’in konumunu da, değerini de bambaşka bir mecraya taşıyacaktır.

            Fazla bir zahmet gerektirmeyecek internet araştırmasıyla, “Smyrna Antik Kenti” içindeki tiyatro hakkında geniş bilgiye ulaşabilirsiniz. Sözün burasında, başta İlhan Pınar dostumun –öteki çalışmaları gibi, bunu da mutlaka okumalısınız- “Antik İzmir’in Sanat Mabedi İzmir’deki Antik Tiyatro” kitabını, bu kentin gerçek “gözlemcisi” değeri büyük Orhan Beşikçi ağabeyi ve İzmir için emek harcayan nice araştırmacının çalışmalarını anmak, anımsatmak zorundayız. Öyle ya, bir kenti sevmek bilgiden, düşünceden ve tavırdan geçiyor. Bizim olanı bu kentten gelip geçen gezginlerin, hacıların, diplomat ve tacirlerin sayesinde öğrendiklerimizi, niye bizim kalemlerimizden öğrenmedik, niye içselleştirmedik, niye kadim tarihin miraslarını hep “define kurnazlığı, açgözlülüğü ve vandallığı” ile mahvettik düşünmek için de, bu konuda artık kıpırdamamız gerekiyor.

            Köşemizin adı “Bir kenti sevme dersleri”, sanıyorum ilk dersimiz “aidiyet ve sevmek, ona karşı bilgiden, bilinçten, duyarlıktan geçer” olabilir.

            İzmir, kimi yazarlarca “kendini gizleyen bir kent” olarak tanımlanır. Doğrudur ve bunu anlamak için bu kentin içinde kaybolmayı, ararken hiç ummadık yerlerini, habersiz yaşadığımız dokularını, kokularını, renklerini ve şiiri kadar hüznünü, keyfi kadar kederini keşfetmek gerekir. Ne yazık ki hep yaşadığımız gibi, Konak’a bıraksan Basmane’ye ulaşamayacak kadar yabancıların, bu kente dair ahkâm kesmelerine, yön vermeye ve hatta kurumlarını yönetmeye kalkanlara bırakıyorsak, suç kimdedir? Bu konu çok su kaldırır ve kaldıracaktır, biz konumuza dönelim.

            Antik Tiyatromuzu, İzmir için neden “1000 yılın olayı” olarak tanımlıyorum? Bunun birçok nedeni ve onlara uygun davranma sorumluluğumuz vardır.

            İçinde böylesine bir tiyatroya sahip kent sayısı, dünyada fazla değildir. Bugün Roma’nın, Collesium (Flavianus Amfi Tiyatro) ile de bir çekim merkezi ve “Dünya İnsanlık Mirası” olduğunu söylemeye, herhalde gerek yoktur. Dünden kalan Efes Antik Tiyatrosu’nun, İzmir’in en önemli tanıtım unsurlarının başında geldiğini, buna İzmir’in kalbinde yükselen antik bir tiyatronun ekleneceğini düşünmek bile, hepimizi heyecanlandırmalı, onurlandırmalı ve gereğini yapmaya hazırlamalıdır. Kuşkusuz bunları yazmamda, her şeyden önce bir tiyatro oyun yazarı, dramaturgu ve yönetmeni olmamın payı vardır. Ama Antik Tiyatro’muzu, yalnızca mesleki duygu ve beklentilerle değil, bir kentin bir ülkeye ve yeryüzüne ekleyeceği paha biçilmez bir “İnsanlık Kültürü Mirası” olarak görüyorum, görülmesi gerektiğine inanıyorum.

            Kayıtlarda ilk kez 1933-1941 yılları arasında ve R. Duyuran başkanlığında arkeolojik kazıların yapıldığı belirtilen bu muhteşem mirasta, araya giren ihmal ve ertelemelerden sonra 2007 yılında Yrd. Doç. Dr. Akın Ersoy tarafından yeniden iş başı yapılmıştır. Bu noktada, dönemin Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nu selamlamak ve bugün kaldığı yerden çalışmayı sürdüren Tunç Soyer’e kolay gelsin deyip, başarılar dilemek ve teşekkür etmemiz gerekmektedir.

            Şimdi bu mirasın, 2023’te ve büyük bir “konserle” açılacağı söylenmekte ve yazılmaktadır. Ayrıntılarını bilmediğimiz ve bir iş yapmanın coşkusuyla dillendirildiğine inandığımız “konser” yerine, yapılışındaki öncelikli amaç olan “Tiyatro”nun tercih edilmesine ve sahnelenecek yapıtın, sıklıkla dile getirilen “Akdeniz’in Kültür Merkezi olma” idealine yakışır bir görkem taşıması gerektiğine dair düşüncelerimi, yapılacak açıklamalara ve sürece bağlı olarak, şimdilik saklı tutuyorum.

            Antik Tiyatro, hiç kuşkusuz İzmir’in ulusal ve uluslararası platformlardaki “imajını” tarihsel biçimde değiştirecek ve yeni bir döneme kapı açacaktır.

            Kent kültürüne ve kentli davranışlarına yeni boyutlar kazandıracak, başta kenttekiler olmak üzere, ülkemizin ve yeryüzünün sanat emekçilerine ve topluluklarına paha biçilmez rotalar çizecek, esin ve cesaret verecektir.

            Mesele, Antik Tiyatro’dan Agora’ya uzanacak bir mirasın hayatla buluşması değildir. Kent kültürü ve kentli davranışı derken, anılan bölgenin yakın çevresinden başlayarak, mimariden trafiğe her alandaki yansımalarından söz ediyorum. Uzun uzun konuşacağız ama şimdilik örneğin “Kentsel Dönüşüm” denen, yık-yap ve “Bana kaç kat vereceksin?” muhabbetinden öteye henüz geçmeyen girişimlerin, özellikle Antik Tiyatro’nun yakın-uzak çevresi açısından bir güzel düşünülmesinde acil yarar vardır.

            “Kentsel Dönüşüm” şeyi yanında, Antik Tiyatro, çevresinde bulunan ve “hazin”den öteye tanımı hak etmeyen yerleşim, yaşam ve kente katılım konusundaki sorunları aşmak için de bir “fırsat” olarak kabul edilmelidir. “Fırsat” derken, “Parası olan kenti kapar” alışkanlığından söz etmiyorum. Hayatları boyunca oralarda yaşayan ve kendi koşullarında kente eklenmeye, her türlü ihmal ve saygısızlığa rağmen kültürlerini korumaya çalışan insanlardan söz ediyorum diye başlayarak, sayfalar dolusu yazabilirim. Herhalde yeterince açık tümceler kuruyorum.

            Konunun, Homeros’tan başlayıp günümüze ulaşacak envanterinden ve çağdaş bir kente yakışır biçimde değerlendirilmesinden, İzmir’in bir “Müze Kent” olarak tasarlanmasına uzanan bir bakış açısıyla değerlendirilmesi şarttır. Bu köşede, bunlara geniş biçimde değinilecektir.

          İlk yazımı bitirirken, 2020’nin çile, acı ve hüzün veren hatıralarıyla tarihe gömülmesini, 2021’in daha adil, barışçı, insan haklarına saygılı bir dünyanın işaretlerini vermesini diliyorum.

Yorumlar (1)
  • Güler Köstem

    Güler Köstem

    İzmir için güzel bir yazı. Şehre yapılan saygısızlıklardan sonra dikkate alınması gerekenleri gösteren satırlarınız umarım dikkate alınır.

    17 Ocak 2021 00:00
YORUM YAZ
Arşiv